10 Mayıs 2009 Pazar

Bugün Anneler Günü... Annemleyim. Evet... O An-Ne!



Nec minus ergo ante haec quam tu cecidere, cadentque... | Demek ki, senden öncekiler nasıl göçüp gittilerse, senden sonrakiler de öyle göçüp gidecekler...
Lucretius, De Rerum Natura, III, 969.


Özellikle şu soruyu sorar insan kendi kendine: Buraya neden geldim? Ne bekleyerek? Hangi amaçla? Bir etnografik araştırma tam olarak nedir? Diğerlerinden tek farkı, dairenin ya da laboratuvarın evden birkaç kilometre uzak oluşundan oluşmuş bir mesleğin uygulanması mı? Yoksa bu, içinde doğduğunuz ve büyüdüğünüz sistemi sorgulayan daha kökten bir seçimin sonucu mudur? Fransa'dan ayrılışımdan bu yana beşinci yıl dolmak üzereydi; üniversitedeki kariyerimi bırakmıştım; bu süre içinde daha akıllı meslektaşlarım basamakları tırmanıyorlardı; içlerinden, bir zamanlar benim de yaptığım gibi siyasete ilgi duyanlar şimdi milletvekiliydi, yakında bakan olurlardı. Oysa ben insanlığın artıklarının peşinde çöllerde dolanıyordum. Pekiyi, yaşamımın normal akışını bozan kimdi ya da neydi? ilerde yeniden, üstelik hesabıma kaydedilecek ek avantajlarla kariyerime dönmemi sağlayacak bir hile, beceriklice bir kestirme miydi? Yoksa kararım, bundan sonra ne olursa olsun, gittikçe daha fazla uzaklaşacağım toplumsal grubumla temelde bir uyuşmazlığın ifadesi miydi? Bu serüven dolu yaşam, benim önümde yeni bir dünyanın kapılarını açmak yerine, garip bir paradoksla, beni eskisine geri götürüyordu; ulaşmak istediğimse, parmaklarımın arasından akıp gidiyordu. Keşfetmeye çıktığım insanlar ve topraklar, onlarda bulmayı umduğum anlamı, nasıl onları yakaladığım anda kaybediyorlarsa, aynı şekilde burada varolan ama umut kırıcı görüntülerin yerini de, geçmişimde bir yerlerde kalmış ve henüz beni çevreleyen gerçekliğin bir parçasıyken hiç önemsemediğim başka görüntüler alıyordu. Pek az kimsenin görebildiği yörelerde, zavallı toplulukların yaşamını paylaşıyordum. Bu halkın yoksulluğu, benim zaman içind binlerce yıl geriye gidebilmem için ödenmesi gereken -önce o halkın ödediği- fiyattı. Ama ben buların hiçbirini seçemez olmuştum. Görüp duyduklarım sadece, inkâr ettiğim Fransa kırlarının uçup giden manzaralarıydı; ya da, yaşamıma verdiğim yönden vazgeçmek istemiyorsam, karşı çıktığıma kendimi inandırmak zorunda olduğum bir uygarlığın, en alışılmış göstergeleri, şiir ya da müzik parçalarıydı. Batı Mato Grosso'nun işte bu platosunda haftalar boyunca zihnimi kuşatan, orada çevremde yer alan ve bir daha hiç göremeyeceğim şeyler değildi. Haftalar boyunca aklıma takılan, çok çiğnenmiş ve belleğimde daha da fakirleşen ezgiydi: Chopin'in Opus 3, Numara 10 etüdü. Bu müzik, bana dokunaklı gelen bir acı alay gibi, vazgeçtiğim her şeyin sanki bir özetiydi.
...
Peki öyleyse çölün ortasında neden Chopin ve üstelik onun da en sıradan yapıtı aklıma takılıyor? Kendi işime ayıracağımdan daha fazla zamanı bu soruya yanıt aramaya ayırdım... Chopin!
Ondaki henüz kesinlikten uzak ve çok ölçülü özellikleri başlangıçta fark edememiş ve doğrudan doğruya en gösterişli görünümlerine koşmuşum. Chopin'i ben, müzikteki değişmenin ondan sonrasını bilmeyen birinin yapacağı gibi yokluktan ötürü değil de fazlam olduğu için seviyordum. Öte yandan kimi coşkuları duymak için, tam olarak kışkırtılmaya da gereksinimim yoktu benim; bazı biçimlere ilişkin basit bir gösterge, onlara bir değinme, onlardan doğan küçücük bir esinti yeterliydi bana...

["Dönüş", Claude Lévi Strauss, Hüzünlü Dönenceler, Türkçeleştiren Ömer Bozkurt, YKY-Cogito Eylül 1994 İstanbul, s. 396.]

Anneler Günü bugün: annemleyim... Evet, o AnNe!!!

0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin

İzleyiciler

Arşiv

 

Bugün Ne Yaptım?. Copyright 2008 All Rights Reserved Revolution Two Church theme by Brian Gardner Converted into Blogger Template by Bloganol dot com