19 Haziran 2009 Cuma

Bugün Gezip Tozdum! Ortaköy-Boğaziçi-İstanbul

0 yorum
Güzel İstanbul'umun Boğaziçi'ni şöyle bir uzaktan seyreyleyeyim dedim. Demiş ya hani şair: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul..."

Ben şairimiz gibi yapmadım. İstanbul'a kıyısından baktım. Boğaziçi'ndeki Ortaköy'e gittim. Fotoğraflar çektim, siz okurlarım için.

Umarım beğenirsiniz. Beğenmediklerinizi söyleyin. Daha iyilerini çekerim...

Neresi ki bu Ortaköy diyenler için kolaylık olsun düşüncesiyle, birkaç satır bilgi vereyim.

Ortaköy, İstanbul Boğazı'nın kıyısında, Beşiktaş ilçesine bağlı bir semt. Kumpircilerin olduğu meydanı ünlü. Ortaköy Camii semtin simgesi.

Osmanlı Dönemi’nden beri ilgi çeken bir yerleşim merkezi. Zamanında padişahların sayfiye (gezip tozma, dinlenme yeri olmuş. Doğal hazineleriyle ihtişamlı sarayları taçlandırmış.

Bugün Çırağan Sarayı, Kabataş Erkek Lisesi, Princess Oteli gibi yapıları, cami-kilise-sinagog üçgeninde yer alan Ortaköy Çarşısı, çarşının içindeki seyyar “entel pazarı”, hediyelik eşya dükkânları, kafeleri, barları ve restoranlarıyla bir kültür merkezi konumundadır. Kıyıya inen yoldaki kumpirciler ve gözlemeciler Ortaköy'e özgü mekânlardır.

Ortaköy’ün en büyük sorunlarından biri trafiği, biri de park problemi. Trafik Vakfı’na ait olan otoparka ek olarak birkaç da özel otoparkı var. Ama, özellikle pazar günleri bunların hiçbiri park gerksinimini karşılayamıyor. Trafikte yitirilen zaman uzadıkça uzuyor. Bu durumdan en çok şikayetçi olanlar da şüphesiz son dönemlerde semtin içlerinde inşa edilen lüks sitelerin sakinleri.

Ortaköy’ün müdavimleri arasında bir grup da motor tutkunları. Girişteki Harley Davidson onların mekânı. Denize bakan çay bahçeleri, küçük-büyük herkesin tercih ettiği mekânlar.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Şairliğim Tuttu Bugün

0 yorum

Göz Hapsi

bir de ben...
göz hapsine alayım da
gör seni

... gözden ırak olan
... gönülden de ırak olur
deyip duruyorsun da
her cepten görüşmemizde

git diyen
benmişim gibi oralara
hep... o serzeniş

göz hapsine alayım da gör seni

burdayken sen
... sana verdiğim tek ceza
gönül hapsiyken
... sense hep
göz hapsine
almıştın beni
... n'oldu bak
şimdi?

evet ne diyordum
... göz hapsindesin GÖZ
ve göreceksin
neler olacak
bundan sonra

görürsem bir hatanı
hiç acımam
kırpmam gözümü
...
bilmiş ol!

ne mi yaparım?
inanamazsın
gördüklerine

bir bir kaparım
da kapılarını
... gözevimin
gömerim arka bahçesine
... o su verilmiş
çelik anahtarları


deme! deme...

arar bulurum
da deme

bulamazsın hayır

atarım çok uzak bir
komşu bahçeye


altın kaplamalı
anahtarını...

... bahçe kapımın

EditorBey, Perşembe, 04 Haziran 2009, İstanbul.

15 Mayıs 2009 Cuma

POÉTE MAUDIT ya da LANETLİ ŞAİR

0 yorum
Şairlerin, çağdaş toplumun dışına itilmiş ve burjuva kültürünün sığlığına nüfuz edebildikleri için de, bu sınıfın nefretini çekmiş kişiler olarak değerlendirilmesi demek oluyor "lanetli şair".

Diyeceksiniz ki şimdi: Bir günlük içinde böyle notların yeri olmalı mı?
Efendim, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Ne desiniz haklısınız...

Bugün masamda bir arada duran kitaplardan birkaçının sayfalarını karıştırırken, aklıma takılan birkaç sözcükten biri "lanet", biri de "kutsama" oldu. Lanetli şair konusuna işte bu nedenle girdim. "Lanet" üzerine bir şeyler karalamayı ilerdeki bir güne bırakıyorum.

Paul VerlaineImage via Wikipedia

"Lanetli şair" kavramını ilk kullanan Paul Verlaine'dır. 1840'larda pek tanınmayan Tristan Corbière, Marceline Desbordes-Valmore, Villiers de l'Isle-Adam, Stéphane Mallermé ve Arthur Rimbaud gibi simgeci şairlerin acıklı yaşamlarını konu alan Les Poètes mauditis (1884, Lanetli Şairler) adlı yapıtında kullanan Verlaine'ın bu kavramı, Baudelaire'in, acıya ve aşağılanmaya göğüs geren bir şairi anlatan "Bénediction / Kutsama" adlı şiirinden almış olabileceği ileri sürülür.

"Lanetli şair", bir zamanlar kâhin ve peygamber olarak görülen şairin artık bu konumu yitirdiğini, aşağı bir konuma itildiğini anlatan bir kavramdır.

Yaşam Sürüyor... Şaşırmayın! Michel Foucault'nun, dilin yorum gücünün şiire Mallarmé'yle girdiğini yazdığını görürseniz şaşırmayın. Şair İlhan Berk'in Logos'unu okurken, "Mallermé, Poe, Hopkin ile, dil yalnız yorum gücü kazanmakla da kalmamış, yepyeni boyutlar, anlamlar da kazanarak modern şiiri hazırlamıştır. Şiirin atardamarı olan aşılamanın (telkin) her şey demek olduğu da böyle anlaşılmıştır," dediğini duyarsanız, hiç ama hiç şaşırmayın.

Berk'in, bizde dilin yorum gücünün şiire girişine ilişkin örneği kimdir dersiniz? Bildiniz. Evet: Ahmet Haşim.

Ahmet Haşim (1884?–1933)Image via Wikipedia

Bakın ne diyor, "Parıltı" adlı şiirinde Haşim üstadımız:

"Âteş gibi bir nehr akıyordu
Ruhumla o ruhun arasından
Bahsetti, derinden ona halim
Aşkın bu onulmaz yarasından"




Reblog this post [with Zemanta]

14 Mayıs 2009 Perşembe

Başarısız Bir Google AdSense Serüveni

0 yorum
Bilindiği gibi, pazarlamacılıkta (marketing) "başarı örnekleri"nin önemli bir yeri vardır. Yeni katılımcıları işe heveslendirmek için, genellikle abartılı başarı örnekleri ya da öyküleri anlatılır.
İnternet ortamında, başarılı iş öykülerine iyi para veriyorlar. İyi bir gezginseniz, bu tür taraklarda sizin de beziniz varsa, örneklerine sıkça raslamış olmalısınız.
Ne var ki, "başarısızlık öyküleri"ne kimse beş para ödemez.
Öyle bile olsa, bir başarısızlık örneği ya da öyküsü, başarıya giden yoldaki dikenleri, çalıları, engelleri tanımanıza pekala yardımcı olabilir.

Bir Başarısızlık Örneği: Sözgelimi sitenize ya da blogunuza reklam alacaksınız. Reklam ajansları, gelip sitenizi incelediler... Diyelim sitenizi, blogunuzu ya da sayfanızı, kendi kurallarına, koşullarına uygun görmediler. Pes edip, kenarda bekleyecek misiniz?
Görülen eksiklikleri tamamlamalı, sunulan önerilere kulak vermelisiniz. Herhalde bir blogcu için "en başarılı" ya da "en işlevsel" bir "başarısızlık örneği", başarısız bir Google AdSense başvuru serüveni olabilir. Ben de, okurlarıma vereceğim başarızılık örneğimi öyle bir süreçten alayım dedim...

Amaç: bir bloga reklam almak... Google AdSense'e başvurduğunuzda alacağınız ilk yanıt şöyle oluyor:

Account Not Active
An AdSense account does not exist for this login, as your application is currently in review. Within a week of your application date, we'll review your application and follow-up with you via email. Once you are approved to join AdSense, you'll be able to log in to your account and get started.
[Başvurunuz şimdilik gözden geçirilmekte olduğundan, bu oturumda herhangi bir AdSense hesabı bulunmamaktadır. Başvuru tarihinizden sonraki bir hafta içinde, başvurunuzu gözden geçirip, durumu size eposta yoluyla bildireceğiz. AdSense'e katılma onayı alır almaz, hesabınızda oturum açarak reklam yerleştirme işine başlayabileceksiniz.]

Reddediliş... Herhangi bir nedenle, başvurunuz reddedildiğinde, reddedeliş nedeninin ayrıntılıca bildirildiği şu yanıtı alıyorsunuz [örneğimizdeki reddediliş nedeni "Sayfa Türü"dür] :

Merhaba [Ad Soyad],
Google AdSense'e gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederiz. Başvurunuzu inceledik, ancak maalesef şu an için Google AdSense başvurunuzu kabul edemiyoruz.

Başvurunuz aşağıdaki nedenlerden dolayı kabul edilmemiştir.
Sorunlar:
- Sayfa türü
---------------------
Daha fazla detay:
Sayfa türü: Sitenizin Google web yöneticisi kalite yönergelerine uygun olmadığını düşündüğümüzden, şu anda AdSense başvurunuzu onaylayamıyoruz. Daha açık şekilde belirtmek gerekirse, sitenizin özgün bir içeriğe sahip olduğunu ve içerik ağımıza değer katacağını
düşünmüyoruz. Web yöneticisi yönergelerinin tam listesi için
http://www.google.com/support/webmasters/bin/answer.py?answer=35769&hl=tr
adresini ziyaret edin.
---------------------
AdSense ölçütlerinin tam listesi için şu adresi ziyaret edin:
https://www.google.com/adsense/policies?hl=tr
https://www.google.com/adsense/localized-terms?rc=TR&ce=1&hl=tr
Başvurunuzu güncellemek ve tekrar göndermek için lütfen
https://www.google.com/adsense?hl=tr adresini ziyaret edin ve başvurunuzla gönderdiğiniz e-posta adresini ve şifreyi kullanarak oturum açın. Uzmanlarımız, hesabınızın program politikalarımıza uygun olup olmadığını inceleyeceği için lütfen başvurunuzu tekrar göndermeden
önce yukarıda listelenmiş olan sorunların tümünü çözdüğünüzden emin olun.

Sorunuz varsa lütfen adsense-tr@google.com adresinden bize ulaşın.

Saygılarımızla,

Google AdSense Ekibi

Reddediliş sonrası yapmanız gerekenler, gördüğünüz gibi açıkça sıralanmış. Burada verilen adreslere uğradığınızda, yapmanız gerekenleri uzmanlardan öğrenir ve sitenize ya da blogunuza uygularsanız, başvurunuzu tazeleyebilirsiniz.

Zor mu? Hiç de değil.
"BugünNeYaptım? - Günlüğümdeki Ben" adlı bu blog, AdSense uzmalarınca Sayfa Türü bakımından Kalitesiz bulunmuş bir blogdur. Başvuru yanıtı başvurucuya ulaştığında, 11 Mayıs 2009'a kadarki yazıların ve fotoğrafların yer aldığı günlük türündeki bu blogu bir de siz inceleyin... Göreceksiniz ki Sayfa Türü bağlamında "tam bir Kalitesizlik örneği" duruyor karşınızda. Diyeceğim şu ki, bu tür Kalitesiz sayfalar yapmayın ki, hemen kabul göresiniz..

Şimdi vereceğim adresteki bilgilere de bir göz atın.
http://www.gezginler.net/modules/nsections/index.php?op=viewarticle&artid=77
Yararlı bulacağınızı umuyorum. Kolay gelsin efendim...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Google Logo Tasarımcıları Arasında Şairler Olabilir...

0 yorum

Google'ın özel günleri logosuna yansıtması, Google tasarımcılarının şair ruhlu olduklarının da bir göstergesi bence. Google, 10 Mayıs sabahı kapısını çalan konuklarını, Anneler Günü özel logosuyla karşıladı.
Önceki yıllardakilerden farklı olarak, bu kez, pembe harflerin kullanıldığı logodaki "L" harfi düşmüş. Onun yerine, içi kasımpatılarla dolu bir vazo yerleştirilmiş. Neden pembe ve neden kasımpatılar diye sordum kendi kendime...

Aklıma ilkin sıcak bir renk sayılan pembeyi oluşturan renklerin "beyaz ve kırmızı" oluşu geldi. Beyaz renk insanda kirlenmemişlik, dokunulmamışlık duygusu uyandırır. Kırmızıysa canlılık ve sıcaklık... "Pembe dizi" sözcüklerini de düşündüm. Hani o televizyonlarımızda sıkça gösterilen, hafif, oyalayıcı dizi filmlerin adını...
Yatak odalarının genellikle pembe renge boyanır oluşu, Türkçedeki "Kırmızı pembe, gönlüm sende!" vurgusu filan da geldi aklıma. Yine Türkçemizde bulunan, her şeyi iyimser bir gözle algılamak, iyimser olmak anlamında kullandığımız "pembe görmek" deyimi de geldi elbette. Savaşların, şiddetin kol gezdiği dünyamızı "toz pembe görmek" çok zor da olsa, bu deyimi, üzücü durumlara bile iyimser gözlerle bakmak bağlamında düşünürsek, "toz pembe" bir şeyler tasarlamak, yaşama denen zor şeyi tüm olumsuzluklarına karşın insana sevdirebilir.

Peki, bu yıl neden kasımpatılar?
Kasımpatı, dünyanın çoğu yerinde havaların soğumaya yüz tuttuğu, insanların kış için hazırlık yaptığı bir ayda, kasım ayında açan, gerçekte açmaktan daha çok "pat!layan", gelen kışa "kafa tutan", "direniş simgesi" bir çiçektir. Anneler Gününde, vazoda kasımpatı sunarak, zihinleri böyle bir direnişçi izlenime sürüklemek, bence çok yerinde...
Savaşlarda oğullarını yitiren annelerden, "kamera önlerinde kendilerini yerden yere atmalardan, düşüp bayılmalar"dan çok, beklense beklense "kasımpatıcıl direnişler" beklenir. Düşüncem budur...

Benim bu yılki seçimim de renklerden "pembe"ydi. Ama çiçeklerden leylaklar oldu... Bu yılki Anneler Gününde ben anneme, yeşil, oval bir vazoda pembe çiçekli leylaklar sundum. Leylakları topladığım leylak ağacı, hemen evimizin kapı önünde duruyor...

Bilirsiniz o şarkıyı değil mi? O şarkıda geçen sözlerin en etkileyicisi hangisidir diye sorsanız bana: "Leylakları, sümbülleri öksüz koydun sen giderken," derdim.

Sevgili anneciğim 82'sinde biridir... Anladınız şimdi değil mi, ne demek istediğimi? Ona, Anneler Gününde niçin leylaklarla dolu bir vazo verdiğimi...

Netlog'da "Çay Saati"

0 yorum
"Çırağan Sarayı'ndan Büyükdere'ye / Üşümek sonbaharında eski çınarların" ... "Bir çay yalnızlığı Emirgan'dan öteye / Değdikçe ısındığı yaldızlı fincanın".

Netlog'da kurduğum "Çay Saati" adlı klanımdaki, yaşadığım dönemin büyük şairlerinden Attila İlhan'ın bu dizelerini bir daha okudum bugün; hüzünlendim yine, ilk okuduğum andaki oranda. Bu şiiri ilk okuduğumda, İlhan, acaba niçin "yaldızlı fincanların" dememiş de, "yaldızlı fincanın" demiş... Yalnızlığı vurgulamak istemiş anlaşılan...
"Akşamların gizlice uzadığı yerdeyiz". Bir yanda, "kafes ardında, ipek feraceli, bol gözlü bir kadın kendini dinliyor". Öbür yanda, "bir çay yalnızlığı... yaldızlı bir fincanı ısıtıyor değdikçe".
Fincan, altında hafif yanar közlerin yer aldığı semaverin bir parçasıdır genellikle... İstanbul'da yaşayıp da, bir başına Emirgan'a gidip, çevresindekilerle arada göz ucuyla selamlaşarak çay içmeyen var mıdır acaba? Yoktur. "Emirgan, bir çay yalnızlığıdır," nitelemesi de var ki şiirde, bu, Emirgan çaylarının hep yanına, karşısına oturacak bir dost beklediğine ilişkin, tam şairene bir vurgu...
...
Netlog'a ben üye olalı, tam 1 yıl 9 ay 14 gün olmuş... Bu süre içinde, 38'i şiir, 22'si eleştiri, 15'i deneme, 4'ü öykü, 3'ü kutlama ve kalanı genel olmak üzere, toplam 102 blog yazmışım; 16 sağlam arkadaş edinmişim. EditorBey adlı Netlog sayfama ilk günden bu yana, 2 bin 33 konuk uğramış.

Son zamanlarda işlerimin yoğunluğu yüzünden pek sık uğrayamadığım sayfamı, yıllar önce DalNet altındaki Mavilik adlı chat ortamımızda tanıştığım eski arkadaşlarımdan biri fark etmiş. Telefonuma birkaç kısa ileti yollayıp, "Seni kapalı kutu seni... Netlog'da yakaladım seni!" demiş. Hemen sayfama giderek, kendisine "arkadaşlık" öneri iletisi yolladım ki, sayfama girip yazılarımı okuyabilsin... Sayfamı, onayladığım arkadaşlarımın dışındakilere kapalı tutuyorum çünkü.

Bugün sayfama uğradığımda, sözünü ettiğim eski arkadaşımın hemen bir yanıt yolladığını gördüm: Şöyle diyor "Dostluk" başlıklı iletisinde: "Dostluğun benim için bir armağandır. Resimlerine baktım ve anladım ki uzun yıllar geçmiş... Sevgimle Kal."
Anlaşılan bu arkadaşımla yeniden başlayacak sanıyorum, karşılıklı "yazı dostluğumuz".

Bugün biraz dolandım sayfamın çevresinde. Başlangıçta Klanlar denilen bir gruplaşma etkinliği vardı Netlog'da; bu ad yakın zamanda Gruplar olarak değiştirildi. Netlog etkinliklerimden biri de, değişik alanlarda Klanlar oluşturmaktı. Üye olduğum Klanların sayısı 5'i geçmediği halde, kurduğum Klan sayısı bugün 35'in üstünde... Üyesi olduğum klanlara, en az üç resim, üç video ve bir şiir ya da düzyazıdan oluşan bloglar yazıyordum. Mesleğim editörlük olduğu için, bu işi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Başarılı da oldum. Herkes bu Klan bloglarımı okumaya can atıyor, okuyunca da hemen benimle arkadaş olmak istiyorlardı. Oysa ben, "kaliteli olsun, varsın az olsun," diyenlerdenimdir arkadaşlık konusunda. Arkadaşlık önerilerini onaylamadığım halde, üsteleyip duranlar olunca: "Arkadaşlık, günlük bakım ister. Zor iştir arkadaşlığı sürdürmek," der, uzaklaşmaya çalışırdım. Nitekim, bugüne dek, 51 arkadaşlık başvurusunu reddetmişim. Şu sıra 6 başvuru da onay bekliyor. Bu sonuncuların blog sayfalarına baktığımda, dünya görüşleri ve video, resim, arkadaş seçimleri bakımından kaliteli oldukları izlenimi edindim. Ancak, yine de onaylamayı uygun bulmadım. Yeni biriyle yazıyla iletişim kurmayı, karşımdakini dinlemeyi kendimi anlatmayı çok severim. He konuya "maydonoz" olacak yaşa ve deneyime ulaşmış biriyim. Bu durumumu fark edenler, birden bire bana sürekli yazma isteği duymaya başlıyorlar. Çokça soru soranlar da oluyor içlerinde...



İletişim mi, "itişim" mi? "İletişim" denen insani etkinliği, "itişim" olarak anlıyanlar da var. Bilgilenmeden, düşünce üretmeye kalkışanlar oluyor ki, bu Türkçe iletişim kuranlar arasında çok yaygın. Oysa iki ay önce üyesi olduğum, iletişimin İngilizce sağlandığı Flixya'dakiler arasında böylelerine hiç raslamadım. Flixya'da İngilizce olarak, dünya insanlarının bütünlüğünü vurgulayan, eşitliği, karşıtların birliğini savunan bir şiir ve iki blog yazdım. Üç de resim ekledim. 60'ı aşkın arkadaş edindim. 30'u aşkın özel ileti aldım. Yine bu ortamda, yazılarımı okuayan ve üç resmimi izleyenlerin sayısı 275'i geçti...

Toplumsal ortamlar arası bu tür farklılıklara dikkati çeken denemeler yazmayı düşünüyorum. Bu konuya ilerde yine dönmek üzere, günlüğümün bugünkü sayfasını, katılmak isteyenleri bilgilendirmek amacıyla Netlog üzerine birkaç çarpıcı bilgi verdikten sonra kapatacağım. Hoşçakal, sevgili günlük ve sevgili konuk...

Netlog Platformu... Üye olanların birbirleriyle sıkı fıkı iletişim kurabileceği ve toplumsal çevrelerini genişletebilecekleri online bir platform. Özellikle genç Avrupa nüfusunu hedef alan toplumsal bir portal olarak şu anda 20 dilde hizmet veriyor. Avrupa'da 45 milyon üyesi var.

Netlog üyeleri bloglar, resimler, videolar vb araç ve etkinliklerle oluşturup geliştirdikleri kendi sayfalarını arkadaşlarıyla paylaşabiliyorlar. Avrupa'da, gençlerin toplumsal çevreleriyle iletişim kurmalarını sağlayan bu ortamı, üyelerin profillerine ve yerleşim yerlerine göre özelleştirildiği bir teknoloji oluşturmuş olan Netlog NV geliştirmiş.

Aylık 150 milyondan fazla ziyaretçi ve 4 milyara ulaşan sayfa görüntüleme sayısıyla Netlog, Avrupa genelinde etkin bir pazar önderi sayılıyor. ComScore'a göre, Belçika, İsviçre, Romanya ve Türkiye'de kendi alanında pazar önderi olan Netlog; Hollanda, Almanya, Fransa ve Portekiz pazarlarında ikinci sırada yer alıyor.

Önemli Bir Karşılaştırma: Netlog-Flixya...
Yaklaşık 45 milyondan fazla genç insan haberleşmek ve toplumsal çevreleriyle iletişim kurmak için Netlog'u kullanıyor. Hiç kuşkusuz bu durum, reklam verenler için de büyük fırsatlar doğuruyor. Yukarıda sözünü ettiğim iletişimin İngilizce kurulduğu Flixya'da, sağlanan gelirden üyelere pay verildiği halde, Netlog'da böyle bir durum söz konusu değil henüz. Netlog'da ya da katılımcıları arasında yer aldığım ve birkaç eleştiri yazımın da yer aldığı "Netlog Üzerine Düşünceler" adlı grubta, bu konudan söz eden ya da yakınan üyelere pek raslamadım. Netlog'da başta gelen sorunumuz, YouTube'un, Türkiye yetkililerince, yine Türkiyelilere kapatılmış, bir başka deyişle "yasaklanmış" olması. YouTube kaynaklı videolara, bu yüzden hiçbir yolla ulaşamadığımız gibi, yasaktan önceki blog yazılarımıza yerleştirdiğimiz videoları da oynatamıyoruz. Kullandığımız içerikler ekli videoyla bir bütünlük oluşturuyordu. Yasaklama yüzünden, eski yazılarımız koflaştırılmış oldu. İyi yazıların çevresindeki işlevsiz videoların oluşturduğu dikdörtgen karartılar öylesine can sıkıcı ki... Üstelik bu işlevsiz videoların ortasındaki, yükleme izi bırakan "çark", saatlerce kendi kendine fırıl fırıl dönüyor. İşlevsizliğine ilişkin bir uyarı da göremiyorsunuz... Bu iş çok sinir bozucu, çoook!

Netlog daha çok "genç kültüre" dayanan bir ortam. Reklam verenler bunu bildikleri için, verdikleri reklamları dinamik ve yaratıcı olanlar arasından seçiyorlar. Bilgisayarınızın yapısı, bu tür reklamlarla artan yükü kaldıracak düzeyde değilse, vay halinize. Bloglarımı yazayım ya da sayfama bakayım derken, daha girişteyken takılıp kalabilirsiniz. Sayfa düzenleme işlerini, görsel işleme programlarını seven biriyseniz, sayfa kenarlarını dolduran, sağa sola, aşağı yukarı akıp duran çarpıcı reklamları, isterseniz saatlerce izleyebilirsiniz. Zaman zaman bazı markaların, günlük yaşamınızın bir parçası olduğuna tanık olabilirsiniz. Bu markaların zihninize yerleşen derin izlerinin etkisiyle, blog sayfalarınızda çok çarpıcı yazılar bile yazabilirsiniz... Reklamların bu tür "yazarı sürükleyici" özelliğine, güzel yazı kışkırtıcılığına ilişkin bir şeyler karalamak herhalde hoş olur.

Netlog Nüfusu... Toplam üye sayısı bugün için 45 buçuk milyon. Üyelerinin % 80'i, 14-25 yaşa arası. Erkek ve kadın oranının yarı yarıya olduğu söylenen Netlog arkadaşlık platformunu en çok kullanan Avrupalı ulus, 8 buçuk milyon katılımcıyla İspanyollar. Onların ardından sırasıyla, İngilizler, Fransızlar ve Türkler geliyor. İlk on arasında üçüncü sırada yer alan Türkçe konuşan-yazışanların sayısı yaklaşık 6 milyon.

Çok dilli en büyük platformlar arası yarışmada Open Web Ödülü de almış olan, en iyi toplumsal ağ sitesi sayılan Netlog'daki serüvenlerimi, ilerde yine paylaşacağımı sanıyorum...

10 Mayıs 2009 Pazar

Bugün Anneler Günü... Annemleyim. Evet... O An-Ne!

0 yorum

Nec minus ergo ante haec quam tu cecidere, cadentque... | Demek ki, senden öncekiler nasıl göçüp gittilerse, senden sonrakiler de öyle göçüp gidecekler...
Lucretius, De Rerum Natura, III, 969.


Özellikle şu soruyu sorar insan kendi kendine: Buraya neden geldim? Ne bekleyerek? Hangi amaçla? Bir etnografik araştırma tam olarak nedir? Diğerlerinden tek farkı, dairenin ya da laboratuvarın evden birkaç kilometre uzak oluşundan oluşmuş bir mesleğin uygulanması mı? Yoksa bu, içinde doğduğunuz ve büyüdüğünüz sistemi sorgulayan daha kökten bir seçimin sonucu mudur? Fransa'dan ayrılışımdan bu yana beşinci yıl dolmak üzereydi; üniversitedeki kariyerimi bırakmıştım; bu süre içinde daha akıllı meslektaşlarım basamakları tırmanıyorlardı; içlerinden, bir zamanlar benim de yaptığım gibi siyasete ilgi duyanlar şimdi milletvekiliydi, yakında bakan olurlardı. Oysa ben insanlığın artıklarının peşinde çöllerde dolanıyordum. Pekiyi, yaşamımın normal akışını bozan kimdi ya da neydi? ilerde yeniden, üstelik hesabıma kaydedilecek ek avantajlarla kariyerime dönmemi sağlayacak bir hile, beceriklice bir kestirme miydi? Yoksa kararım, bundan sonra ne olursa olsun, gittikçe daha fazla uzaklaşacağım toplumsal grubumla temelde bir uyuşmazlığın ifadesi miydi? Bu serüven dolu yaşam, benim önümde yeni bir dünyanın kapılarını açmak yerine, garip bir paradoksla, beni eskisine geri götürüyordu; ulaşmak istediğimse, parmaklarımın arasından akıp gidiyordu. Keşfetmeye çıktığım insanlar ve topraklar, onlarda bulmayı umduğum anlamı, nasıl onları yakaladığım anda kaybediyorlarsa, aynı şekilde burada varolan ama umut kırıcı görüntülerin yerini de, geçmişimde bir yerlerde kalmış ve henüz beni çevreleyen gerçekliğin bir parçasıyken hiç önemsemediğim başka görüntüler alıyordu. Pek az kimsenin görebildiği yörelerde, zavallı toplulukların yaşamını paylaşıyordum. Bu halkın yoksulluğu, benim zaman içind binlerce yıl geriye gidebilmem için ödenmesi gereken -önce o halkın ödediği- fiyattı. Ama ben buların hiçbirini seçemez olmuştum. Görüp duyduklarım sadece, inkâr ettiğim Fransa kırlarının uçup giden manzaralarıydı; ya da, yaşamıma verdiğim yönden vazgeçmek istemiyorsam, karşı çıktığıma kendimi inandırmak zorunda olduğum bir uygarlığın, en alışılmış göstergeleri, şiir ya da müzik parçalarıydı. Batı Mato Grosso'nun işte bu platosunda haftalar boyunca zihnimi kuşatan, orada çevremde yer alan ve bir daha hiç göremeyeceğim şeyler değildi. Haftalar boyunca aklıma takılan, çok çiğnenmiş ve belleğimde daha da fakirleşen ezgiydi: Chopin'in Opus 3, Numara 10 etüdü. Bu müzik, bana dokunaklı gelen bir acı alay gibi, vazgeçtiğim her şeyin sanki bir özetiydi.
...
Peki öyleyse çölün ortasında neden Chopin ve üstelik onun da en sıradan yapıtı aklıma takılıyor? Kendi işime ayıracağımdan daha fazla zamanı bu soruya yanıt aramaya ayırdım... Chopin!
Ondaki henüz kesinlikten uzak ve çok ölçülü özellikleri başlangıçta fark edememiş ve doğrudan doğruya en gösterişli görünümlerine koşmuşum. Chopin'i ben, müzikteki değişmenin ondan sonrasını bilmeyen birinin yapacağı gibi yokluktan ötürü değil de fazlam olduğu için seviyordum. Öte yandan kimi coşkuları duymak için, tam olarak kışkırtılmaya da gereksinimim yoktu benim; bazı biçimlere ilişkin basit bir gösterge, onlara bir değinme, onlardan doğan küçücük bir esinti yeterliydi bana...

["Dönüş", Claude Lévi Strauss, Hüzünlü Dönenceler, Türkçeleştiren Ömer Bozkurt, YKY-Cogito Eylül 1994 İstanbul, s. 396.]

Anneler Günü bugün: annemleyim... Evet, o AnNe!!!

9 Mayıs 2009 Cumartesi

"Biz" Hangi Dönencedeyiz?

0 yorum
"Soru şu," diye eklemiş editör, Lévi-Strauss'un Hüzünlü Dönenceler (Tristes Tropiques, Çeviren Ömer Bozkurt, YKY-Cogito Eylül 1994 İstanbul) adlı yapıtının arka sayfasına, "ilk-el olan ile post-modern olan arası 'biz', hangi dönencedeyiz?"
...
"Lévi-Strauss Okumalarım"ı sürdürüyorum. Claude Lévi-Strauss öncü bir bilim adamı değil yalnızca. Toplumbilimcidir, antropologdur ve Yapısalcılığın kurucularından biridir de.
Dili kullanışındaki ustalığı, Avrupa-merkezliliği aşan bakışı ve lirik üslubuyla, nerdeyse Proust'la boy ölçüşecek biri. Onun bu "yazar kimliği"ni de kurcalamak gerekiyor, onu okurken.

Evet, bugün Lévi-Strauss günüm. İzlenimlerimi günlüğüme yazacağım elbette. Meraklanmasın kimse.

8 Mayıs 2009 Cuma

Temizlik Neden ya da Nereden Gelir?

0 yorum
Böyle bir soru sorulduğunda, akla ilk gelen yanıt: "Temizlik imandan gelir!" olsa gerek.
Yıllar önce, İstanbul'un Üsküdar ilçesinde, III. Ahmet Çeşmesi'ni biraz geçtikten sonra, soldaki ilk bina hamamdı. Bu hamamın yan yüzünde şöyle bir yazı görmüştüm: "Temizlik hamamdan gelir!" Eğri büğrü, özensiz bir yazıydı.
...

AVG Internet SecurityImage via Wikipedia

Bugün bilgisayarımda epey temizlik yaptım. AVG Anti-Virus Free'nin yanı sıra, virus denetimi yapan ThreatFire adlı bir başka programın daha yüklü olduğu bilgisayarım, internete girer girmez kasılmaya, yavaş çalışmaya başlıyordu. Bilgisayar başlatımında kendiliğinden açılan ve belleği iyileştiren (optimize) Auslogics BoostSpeed 4.4 adlı destek programım, bellek kullanımının % 80-90 oranında olduğunu gösteriyordu temizlik öncesi. Bu porgramdan yararlanarak, bellek kulanımını iyileştirdiğimde bile, söz konusu oran % 75'in altına güç bela düşüyordu. Şimdi bakıyorum: bellek kullanımı % 60.

Bilgisayarım kasılmıyor artık. WebCam'imle yaptığım video işlemleri artık kolaylaştı. Bundan sonra, bazı yazılarıma fotoğrafların yanı sıra, videolar da eklemeyi düşünüyorum.
Birkaç ay önce, birdenbire soğuyuverdiğim Netlog'da, şiir, resim ve videodan oluşan çok hoş bloglar hazırlıyor, bunları kurduğum klanlarda ya da arkadaşlarımın klanlarında yayımlıyordum. Herkes bu blogları çok beğeniyordu. Çok etkileyiciydi bu blogların içeriği. Yorum yazanların coşkularından belliydi beğenildikleri...

Kotalarım çabuk tükenmesin! Sonraları fark ettimki, bu tür video eklentili bloglar, sıkça izlendiğinde ADSL bağlantımın sağladığı 4MB'lik kota, çarçabuk tükeniyordu. Faturalarıma, kota aşımından dolayı, ek ücret yükleniyordu. Uzaklaştım ben de bu işten. Arkadaşların kotalarında da aşma söz konusu olabilir. Biraz da bu yüzden, ayıp olmasın diyerek bıraktıydım bu işi.
...

CCleanerImage via Wikipedia

Gerçekten çok hafifledi bilgisayarım. DivXPlayer ve ekleri vardı, sildim. 90MB'lık Java 13 vardı: sildim. Temizlik sonrası CCleaner'la, bilgisayara son cila çekmek iyi oluyor. Bugün bir şeyi daha fark ettim ki, Auslogics BoostSpeed 4.4, çok duyarlı bir temizleyici, derleyici program. Belleği iyileştirmekle kalmıyor; bilgsayar kayıt defterini (registry), hard diski temizledikten sonra yeniden düzenliyor. Sanıyorum, bundan sonraki yazılarım daha coşkulu, daha derin içerikli olacak...

Yarın Cumartesi... Lévi-Strauss okumalarıma döneceğim. Günlük konusu kurcalamalı bir de. Nerden çıktı, ilk günlüğü kim yazdı filan gibi bir şeyler de karalayabilirim yarın...
Reblog this post [with Zemanta]

7 Mayıs 2009 Perşembe

Hanımların Dikkatine!

0 yorum

Overlock makinesi ayağınıza geldi, hanııım! Halılarınızın, kilimlerinizin kenarlarına itinayla overlock çekilir. Hanımların dikkatine!"


Bir kamyonet. Alışıldığı gibi, şoför bölümünün üstüne takılı hoparlörden çıkan seslerden değil bu. Otomobilin neresinden çıktığı bilinmeyen, sürekli yinelenen bir kadın sesi. Anlaşılan içerdeki bir teypten çalınıyor ses...
...
"Süpürgeci geldi! Nayloncuuu!"

Arada bir caddeden geçen sokak satıcılarının sesleriyle kendime geldim: saat 13:40 olmuş. Dalmamın nedeni bugün birçok değişik iş yapmış olmam. Bu sabah kalktığımda, epeyce erken bir vakitti. Saat 07 suları.

"Leylakları Sümbülleri Öksüz Koydun Sen Giderken!"
Bahçedeki leylak ağacından kopardığım leylakları, vazolara yerleştirdim. Birini salona, birini yemek masama, birini de çalışma odamdaki masaya yerleştirdim. Leylak kokulu bir ortamda yaşamak çok hoş. Yazmak, daha da hoş. Buraya yazdığım sözlerin arasına karışmıştır umarım o koku...

Pazı içli börek yaptım bir tepsi. Pazılar bahçeden. Yeşil soğan, maydonoz; onlar da bahçeden. Börek yapmamın nedeni, herhangi bir özel gün olduğundan değil. Beklediğim bir konuk filan da yok. Kahvaltı için börek yapınca, sonraki günlerin kahvaltısını hazırlamak kolaylaşıyor. Bu arada, ekmek tüketimi de azalmış oluyor.

Börek mit KäseImage via Wikipedia

Böreği biraz çokça hazırlamamın bir başka nedeni daha var: 82'sindeki anneme de bakıyorum. Aynı bahçe içindeyiz, kapı kapıyayız annemle. Hazırladığım yiyecekleri birlikte tüketiyoruz. Konuğu gelir diye, ayrıca yanında götürmesi için de hazırladıklarımdan ona veriyorum.

Yazımı yazarken bir yandan da sevgili Zemanta'm kullandığım sözcüklerimi gözden geçiriyor.
Bu sözcüklere uyan resimler buluyor internet ortamından ve kullanmamı bekliyor.
...
Bugün Neler Yapmadım ki!
  • Uzun süredir uğrayamadığım bu blogumda yeni düzenlemeler gerçekleştirdim.
  • Kateorilere ayrılmış bir menü düzeni kurdum.
  • Şablonumu yerelleştirdim. Türkçeleştirdim... Revolution Church türü bir şablon kullanıyorum bu blogda. Nedense, bu tür şablonlar çoğu kez sorunlu geliyor. Ya "Arama / Search" kesimi iş görmüyor. Ya da başka bir yeri. Üç katlı, başka deyişle iki AltMenülü filan geliyor. Hadi bakalım, gelde doldur bu boş menüleri. Dolmuyor. Doldursanız n'olacak! En iyisi, bunları kapatıp ya da kaldırıp, kendi menü düzeninizi kendiniz kurmalısınız.
  • AdSense'den gelecek olan yeni reklamlar için Hazır Reklam Yeri yuvaları yerleştirdim şablonuma. Kolay değil bu iş. İçe yerleştirilecek AdSense kodlarını, dönüştürmeden kullanamıyorsunuz. XML Denetimi hemen bir hataya işaret ediyor. Şablonunuz tümüyle göçebilir, hatanızı araştırırken. Çok dikkatli olmalısınız.
  • Bugünkü yazım için görsel gereçler hazırlarken epeyce coşkuluydum. Görsel gereçlerimi hazırlarken, bugüne dek, hep Web Cam'imi kullanıyordum. Bugün, onun yanı sıra Olympus'umu da kullanmaya başladım. WebCam'im: Piranha 5.0 Mega piksel. Olympus'um: 1040, 10.1 piksel.

    Daha sonra, yazının yoğunluğuna uygun resimler yerleştireceğim. Birkaç ek daha yapmak üzere kapatıyorum bugünü. Bugünkü yazımda kullanacağım etiketler, şablonuma yerleştirdiğim kategorileştirme düzeneğinin isteğime uygun işleyip işlemediğini de gösterecek... Hoşça kal Sevgili Günlük. Hoşça kal sevgili okur...


Reblog this post [with Zemanta]

15 Şubat 2009 Pazar

15'inciSayfa | De Ki!

0 yorum

14 Şubat'tı dün. Sevgililer Günüydü. Âşıklar Bayramıydı da denebilir bir bakıma...
Düşler, Gerçekliğe oranla daha yatkın duruyor, umulan yaşama...
Dünya çoğu yerde, Valentine's Day diye anıyor bu günü. Kutsanmış bir gün bu. Aziz Valentine kutsamış demek ki bu günü... Her dilde vardır bir karşılığı bu günün adının.
Evet, Türkçede 'Âşıklar Bayramı' denebilirdi. Büyük olasılıkla günün adı, bazı dillerde, böylesi sapmalara, anlam kaydırmalarına yol açmıştır.

Kutlu olsun geçmiş bayramınız ey sevgililer!


21 Ocak 2009 Çarşamba

İlkGün | Sorunlar Üst Üste


Geç uyandım... Evimizde kendi ayrı bölümünde yaşayan annemi arayıp kahvaltıya çağırdım. "Canım istemiyor. Dinleneceğim ben," dedi ve teşekkür ederek dinlenmeye çekildi.

Kahvaltımı tek başıma yaparken, internette Netlog'a gireyim dedim. Sorun çıktı. Netlog'a, bazen yoğun kullanım trafiği yüzünden girilemediğini biliyordum.
Bu blogu yazarken, saat 00:45. Bu ana dek, kaç kez denedimse, bir türlü giremedim Netlog'a.
...
Arkadaşlarımdan biri aramış.
Onu arayıp konuştum. Her zaman neşeli olan arkadaşım, bu akşam, nedense sessiz ve durgundu. Nedenini anlayamadım. Netlog'a onun bağlantısıyla girilip girilemediğini denetlemesini istedim. Ne demek istediğimi anlamadı. Soğuk bir durum oldu. Sordum. "Her şey normal," diye yanıtladı.
...











Yapacak birçok iş bulabilirdim bugün.
Ama, Netlog'a takılıydı kafam. Yeğenlerimden birini arayıp, Netlog'a girerek, denetleme yapmasını düşündüm. Evde yoktu.
İnternet ortamında, Netlog'da sorun olduğu bildiriliyor mu acaba diye düşündüm. Araştırdım. Bir bilgi edinemedim.
Netlog kapalıyken http://tr.facebook.com adresinden girildiğini öğrendim. Bu da bir işe yaramadı...

"Bugün Ne Yaptım?" Başıma gelenleri içeren notlar almak ve bunları yayımlamak geldi bugün içimden. Blogspot.com'dan "BugünNeYaptım?" adıyla bir blog adresi aldım. Onu kurmaya yeltendim.
Aldığım blogun temasını, yapısını kendime göre düzenlemek için, uygun bir Template yüklemeyi denemek istediğimde, BlogSpot "Hata" verdi. Bu hata, gece yarısı düzeldi. Zaman zaman bu sorunla karşılaşıyordum zaten BlogSpot'ta. Blog adresim için kendim bir Logo hazırladım. Logoyu yüklerken yine "Hata" sorunuyla karşılaştım.

Bazı zamanlar, bakım yapılıyor BlogSpot'ta... Bakımla ilgili şöyle bir duyuru oluyor, BlogYazmaEkranında: "Planlanmış hizmet dışı kalma saati: 4:00PM PST. Daha fazla bilgi edinin."
...











Şimdi saat, 00:55.

Bilgisayarımda ya da bloglarımdan birinde, o an için anlaşılması ve çözümü güç sorunlarla karşılaştığımda, iyice karışmış olan kafamı dinlendirmek için, kitaplığımdan herhangi bir kitap alırım. Ön ve arka kapaklarına bakarım bir süre. Sonra kitabın arka kapağındaki tanııtm yazısını okurum. Kapaktaki yazı ilgimi çekerse, yazarın yaşamöyküsünü okurum. Kitabın "İçindekiler" bölümünü gözden geçiririm...
Şimdi yine öyle yapıyorum...

Bilge Karasu'nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı adlı kitabı var elimde. Metis Edebiyat Dizisinde 1991'de yayımlanmış olan bu kitap 1971 Sait Faik Armağanı'yla ödüllendirilmiş.

Arka kapaktaki tanıtım yazısında bakın ne diyor: "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda baskı, bir dış etken, insan eliyle oluşturulduğu ne denli bilinse de bir tür kıran gibi ortaya çıkar. Bizans'ta "resim-kırıcılık" diye adlandırılan baskı dönemi başlatılırken genç keşiş Andronikos'un kendi kendine sorduğu soru şudur: Birey olarak bu baskı karşısında , benimsediğim, ama bana zorla benimsetilmek istenen bu yeni inanç karşısında ne yapmalıyım?
İnsan içerikleri, toplumdan topluma, dönemden döneme, çağdan çağa değişebiliyor. ..."
Tanıtım yazısı bu kadar değil. Birkaç paragraf daha var; ancak, buraya kadar okuduklarım bana yetiyor şimdilik.
...
Blogumda yapmak istediğim düzenlemeleri, sonunda gerçekleştirdim. Ancak Netlog'a erişememe sorunu sürüyor. Şaşırdım bu işe... Bunca sorunun üst üste gelmesine de çok şaşırdım.

Yarın bir konsere çağrılıyım. Arkadaşımın arkadaşı 4 bilet almış. Önemli bir grubun konseri...
Birkaç gün önce yeni bir arkadaşla tanıştım. Birçok yönüyle beğendiydim kendisini. O da olacak bu konsere gelecekler arasında; zaten biletleri de o almıştı. Özellikle gelmemi istemişti konsere.
...











Sıkıntı var.
Baskısı da var bu çağrının üzerimde şimdi. Sürdürüyorum kaldığım yerden, biraz önce elime aldığım Karasu kitabının tanıtım yazısını okumayı. "Bunların taşıdığı değerin saltık değil, göreli olduğu, 'Ada' ve 'Tepe' öykülerinden oluşan Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda sürekli olarak altı çizilen bir düşünce.
'Dutlar'sa Bizans'taki baskı ortamının çağdaş zaman dilimi içinde, iki ayrı zaman noktasında yeniden öykülenişi. 'Ada' ve 'Tepe'nin yazarı olarak Karasu'nun, dolaylı-dolaysız yoldan tanıklık ettiği bu yeni baskı dönemi sonunda, inanç konusunda bir karara varması, kendi öykülerini de karara bağlayışının öyküsü." Bu tanıtım yazısını Ülker Gökberk yazmış. Gökberk'e ilişkin bir bilgi yok kitabın herhangi bir yerinde...
...
Netlog'daki sorun sürüp gidiyor. Aziz Nesin'in aynı adlı kitabındaki öyküsü gelir aklıma böyle zamanlarda: "Du'Bakalı N'olcek?".
...
Üstteki son sözümü yazıp BlogYazma ekranından ayrılacakken şu ileti beliriyor sağ köşede:

Blogunuzdan para kazanın. Google AdSense'deki ilgili reklamlarla blogunuzdan kazanç sağlayın.

...
Saat: 02:55. Netlog'a girme sorunu sürüyor. Gece yarısı, yaklaşık 3 saat önce başlattığım bloguma, ABD'den 1, Avustralya'dan 1 ve Endonezya'dan 1 olmak üzere 3 YabancıKonuk uğramış. Tuhaf!

Saat: 03:47. Netlog'a girme sorunu sürüyor. Şu anda BugünNeYaptım adlı bu blogumda Online 4 Yabancı var. Blogun dili Türkçe. Çok tuhaf! Sevindirici...

BugünNeYaptım? | Siz de Bağlanın


BugünNeYaptım? Günlüğümdeki Ben!
Blog Widget by LinkWithin

İzleyiciler

Arşiv

 

Bugün Ne Yaptım?. Copyright 2008 All Rights Reserved Revolution Two Church theme by Brian Gardner Converted into Blogger Template by Bloganol dot com